“`html
Bu küstahlıklar, bir siyasi maskenin arkasında gizleniyor. İslamofobi ve Türkofobi cepheleri birleşiyor, 21. yüzyıla damga vuracak büyük bir dalgayı durdurmaya çalışıyor. Bilinen tüm silahlarını sahaya sürüyorlar.
Barış kuşağını ortaya çıkarmak, coğrafyanın kanlı tarihine son vermek ve kitlesel kaçırmalara maruz kalan ülkelerimizi ortak güvenlik alanına dönüştürmek Türkiye’nin sorumluluğudur. Tarihin ağırlığı tam olarak bizim zihinlerimizdedir.
Başka hiç kimse bu görevi üstlenemez. Türkiye’nin siyasi yapısı, önümüze bu zorluğu çıkardı. Bunun önüne geçecek bir yol yok. Tarih boyunca kaçmadık ve yine kaçmayacağız.
Bizler barış, onur, haysiyet, refah ve özgürlük alanlarını inşa etme seferberliği içerisindeyiz. Coğrafyayı güç haline getirmek için olduğumuz her şeyle savaşıyoruz. Bu doğrultuda atılan her adımı ve söylenen her sözü, karşıt tüm tutumları büyük bir öfkeyle yanıtlarız.
Çünkü bu öfkenin içinde Birinci Dünya Savaşı, Çanakkale, Kudüs’ün işgali, Yemen ve Anadolu işgalleri gibi tüm acılar ve öfkeler mevcut. Büyük sürgünlerin, imha harekâtlarının anılarına ezilmekteyiz.
Bugünün çıkarları için bu öfkeyi ve acıları unutanlardan olmayacağız. O iki yüzlülerden hiç biri değiliz. Gerekirse coğrafyayı bir silah, haritayı taarruz aracı olarak kullanacak ve aklımız kadar yüreğimizi de ortaya koyacağız.
Kınamalara aldırmadan, modacıların akımlarına yönelmeden, siyasi ajandalara sıkışmadan, eğilip bükülmeden bu savaşı verenler, şimdiki zamanın kahramanları arasında yer alacak.
Bize emanet edilen makamların ve zenginliklerin çok ötesinde, kendimizi unutturacak bir hayalin, bir hedefin erleri olacağız. Bir ömür ne ki; bu yolda nesiller, ülkeler feda edildi.
Gazze’de bir soykırım yaşadık. Bu felaket sona ermedi, hala devam ediyor. Açlık silahı, yüz binlerce insanı ölümle burun buruna getiriyor; biz sabrediyoruz.
Bebekler, çocuklar, kadınlar ve onurlu insanlar, tüm dünyaya karşı yokluklar içinde direniyorlar. Onların büyüklüğü, bizlerin yapmadıklarımızın altında ezilmemizdir.
Gazze, biziz. Kalbimiz kadar, şah damarımız kadar yakın. Bunu anladığımızda coğrafya ve tarih de bize ait olacak. Bu “Müslüman Soykırımı”na öfke duymayanlar, tarihin bu büyük yürüyüşünde hiçbir katkıda bulunamaz.
Geçtiğimiz gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde gerçekleşen Teknofest’e katıldım.
Kıbrıs hükümet külliyesinden bakarken; Gazze’nin, Suriye’nin, Beyrut’un ve İsrail’in ne kadar yakın olduğunu düşündüm.
“Bu bina KKTC için değil, Kıbrıs’ın tamamı için büyük ve muazzam. Bu bina, bugünün değil yarının hesabı neden olmasın?” diye düşündüm.
İsrail, Lübnan’ın Türkiye sınırlarına saldırırken, herkes onların bu bölgelere yakınlığını tartışıyor. Ancak aslında yakın olan biziz. Bir karış toprağın ötesindeki yakınlık değil, Şam’ın, Beyrut’un ve Gazze’nin bizlerle olan bağıdır.
Ve KKTC’nin bizim için taşıdığı anlamı düşündüğümde, “Türkiye defol” diyenlerin ne kadar yabancı olduğunu fark ettim; Kıbrıs da bizim vatanımızın vazgeçilmez bir parçasıdır. Kıbrıs, Adalar da vatanımızın bir bütünüdür. Üstelik Kıbrıs bizim savunma hattımızdır, bir tür uçak gemisidir.
Gazze ile Şam ile Beyrut, tek bir coğrafyadır. Hafızalarımızı canlandırmalıyız; haritalara tekrar göz atmalıyız. Kendi zihin haritalarımıza, gönül haritalarımıza, güvenlik haritalarımıza ve gelecek haritalarımıza bakmalıyız. Bugünkü hiçbir tartışma, siyasi ajanda veya önleyici bir komplo bizi bu düşünceden vazgeçiremeyecek. Hiçbir ucuz söylem bu gerçeği gizleyemez, unutturamaz.
Teknofest’in KKTC’de gerçekleşmesi belirli bir anlam taşıyordu. Savunma teknolojisinde mucizelere imza atanların orada bulunması ayrıca bir önem taşıyordu. Savaş uçakları ve SİHA’lar KKTC semalarında uçurulurken, bunun bir anlamı vardı.
Türkiye’nin Suriye hava sahasında karşı karşıya gelmesi, Gazze’yi sahiplenmesi, Lübnan’ı savunmak istemesi ve KKTC’deki meydan okuma düzenine dair bir anlam vardır. Burada bile bir coğrafya, bir tarih, bir gelecek planlaması, bir hazırlık süreci mevcuttur.
Türkiye, İsrail’den gelebilecek olan her türlü anormalliğe karşı hazırlanmıştır. Her türlü “oldubitti”ye karşı tetiktedir. Bu yol için gereken ne varsa yapılacaktır.
Bu sabır testi, bölgesel bir sarsıntıya sebep olabilir ve böyle giderse yaşanacaktır. O zaman bu fırtına, kimleri silip süpürecek göreceğiz.
Böyle bir güç ve canlı coğrafya; kardeşlik ve ortaklığın gücü böylesine derindir ki, yüzyıllar buna dayanamadı. Peki, İsrail mi dayanacak?
19. ve 20. yüzyılda hafızalarımız silindi, ülkelerimiz yok edildi, fakat bu duygusal bağları yok edemedi. İki yüz yıldır yaşadığımız acı ve travmalar bu düşünceyi yok edemezken, İsrail bu güçlü bağı sıfırlayabilir mi?
Bu imkansız. İlerleyen zaman, bunun ne kadar imkansız olduğunu herkese gösterecek. Tarihi meseleyi büyük güçler yazar. Coğrafyayı ise büyük aktörler belirler. Bizler, geçmişte dondurduğumuz tarihi parantezimizi çoktan kapatmış durumdayız. Bu durumu, içeridekiler de, İsrail de anlayacak. Siyasi tarihi boyunca en büyük mücadelelere ayarlanan bu mukavemet akışını algılamakta zorlananlar, 21. yüzyılı kaybedecektir.
Teknofest’in KKTC’de yapılması, zihnimizdeki haritanın bir yansımasıydı. Güç inşasının ve sembollerinin ilanıydı. O halde bir sonraki Teknofest’i Şam’da ya da Beyrut’ta gerçekleştirmeliyiz.
Harita böyle şekillenir. Coğrafya böyle korunur. Türkiye böyle bir ülkedir. Herkese bunu kabul ettirin. Bir düşünelim, neden olmasın!
“`